Önlemek ödemekten daha ucuzdur!


Önlemek ödemekten daha ucuzdur!

Doç.Dr. Gürkan Emre Gürcanlı


 "Hiç bir şeyin maliyetinin insan hayatından daha önemli olmadığını belirten Çalışma ve İş Kurumu Müdürü Ramazan Erdim ise yaptığı konuşmada, “Ülkemizdeki iş kazası istatistiklerine baktığımızda ülkemizde ölümlü iş kazası oranının dünya ortalamasına göre çok yüksek olduğu görülmektedir. Ölümlü ve ağır hasarlı iş kazası yönünden Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada olduğumuz görülmektedir. Bir işyerinde iş güvenliği önlemleri alınmadığından dolayı meydana gelebilecek ölümlü veya ağır yaralamalı bir kaza sonucunda işverenlerimizin vicdani rahatsızlıkları bir yana yüksek miktarda idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşmaktadırlar. Bu yaptırımlar karşısında işverenlerin alacağı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin maliyetinin çok daha düşük olacağını zannediyorum. İnşallah hiçbir işverenimizin ve çalışanlarımızın başına bu tür olaylar gelmez” dedi." (Cihan Haber Ajansı, 13.02.2013).

İş kazalarına dair yapılan çalışmalarda veya bu konuyla ilgilenen özellikle mühendislerin vurgularında şu husus yer alır "önlemek kazalardan kaynaklanan zararlardan çok daha ucuza gelir". Bazı iyi niyetli araştırmacılar sermayeyi ikna etmek, sonuçta bir kaç kişi dahi olsa insanların yaşamını kurtarmak açısından işin bu boyutunun gösterilmesi gerektiğini savunur. İyi niyetlerinden kuşkum olmasa da şunu söylemek acaba çok mu aşırı bir yorum olur, "insan celladından af diler mi?". Olayı "önleme" boyutuyla ele alması açısından da yeterlidir, ki yalnızca işyeri bazında önlemler ve bunların maliyetlerini ele almaya çalışan bir bakış açısıdır.  Bu bakış açısıyla ilgili gözden kaçmaması gereken bir nokta daha vardır. "İş Güvenliği ekonomi sağlar!" derken, ekonomik olmayan koşullarda demek ki iş güvenliği önlemleri almamak rasyoneldir, zaten bu kapitalizmin doğasında vardır noktasına gelinebilir.

İşin ekonomik boyutuna sürekli vurgu yapmanın bir adım ötesi devletin sürece müdahalesini gereksiz görmek, sermayenin önünü tıkamaya çalışmakla suçlamak olacaktır. Bir analoji kurarsak, Hidroelektrik Santrallerin kolaylıkla inşa edilmesi için hukuksal engeller, Çevre Etki Değerlendirme raporları alınması şartları, kamu yararı ve benzeri pek çok engel kaldırılırken de sosyalistler "sermayenin önünü tıkamak, gelişmeye karşı olmak"la suçlanırlar. Ölüm madencilik mesleğinin kaderinde vardır denilip geçilebilir. 12 Eylül referandumu ile yerindelik ve kamu yararı ilkeleri ortadan kaldırılırken doğa katledilir, insan sağlığı hiçe sayılabilir ve tüm bunlar "ekonominin büyümesi için gerekli" olarak lanse edilebilir. (Taha Akyol'un bu konudaki yorumu liberalizmin bakış açısını çok iyi yansıtır; bir televizyon programında "herhangi bir hükümet ben liberal ekonomiye inanıyorum, kamu yararından önce sermayenin yararını düşünüyorum diyebilir, burada hukuk sistemi onun önünde engel olarak durmamalıdır" diyen Akyol'un bakış açısı oldukça demonstratiftir).

Peki, hadi tartışmayı ilerletelim, diyelim ki önlemek daha ucuzdur ilkesiyle hareket ettik ve o şirkete muhtemel başına gelecek kazaları önleyerek, bu kazalardan kaynaklanabilecek maliyetlerden çok daha düşük, ama normalden daha fazla bir miktarda işçi sağlığı ve iş güvenliği harcamaları yaparak kar sağladık. Patronu ikna ettik ve tüm üretim süreçlerinde bunu hayata geçirdik. Soru şu; bu kar artışı işçilere yansıdı mı? İşçilerin ücretleri mi arttı, sosyal hakları mı arttı? Yoksa, "zaten seni kazadan beladan kurtardık, daha ne istiyorsun" deyip mi geçeceğiz...

Gelişkin kapitalist ülkelerde şirketler, işçi sağlığı ve iş güvenliğine çok daha fazla harcama yapmaktalar. Bunun temel nedeni, devlet tarafından verilecek cezaların büyüklüğü ve işçilere ödenmesi muhtemel tazminatların boyutu. Kimse "iş güvenliği kültürü" gibi masallar anlatmasın, eğer böyle bir kültür oluşmuşsa da tamamen işçi sınıfının bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlar sayesinde oluşmuştur. İşçi sınıfı mücadeleleri daha sıkı ve sert yasal mevzuatın oluşturulmasına katkıda bulunmuş, örgütlü işçilerin mücadeleleri sonucu daha sıkı devlet denetimi yapılmış, bir sınıfın zorlaması sonucu diğer sınıf taviz vermek zorunda kalmıştır! Tüm bu süreçleri aynı zamanda kendisi için karlı hale getirmeye çalışan özellikle emperyalist ülkelerin sermaye sınıfları da, kendi ülkelerinde başta "geleneksel" üretim süreçlerinde olmak üzere işi gerçekten sıkı tutmuştur, çünkü kar etmektedir! O zaman tartışmamızı biraz daha ilerletelim ve şunu soralım "o zaman işçi sınıfı mücadele ettiğinde, hem işçiler hem de sermaye kazanıyor öyle değil mi?". Öyle değil! Hemen ardından şu soruları sorma hakkını kendimizde bulabiliriz "sermaye neden esnek çalışmayı asli çalışma sistemi haline getirmek için 40 yılı aşkın süredir acımasızca savaşıyor?" veya "sermaye neden taşeron sisteminden çok memnun", hemen bir başka soru "güvenli üretim yapan emperyalist tekeller, neden hiç bir işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmayan az gelişmiş kapitalist ülkelere üretimlerini kaydırıyorlar?", şunu da soralım "neden sendikanın ve örgütlülüğün güçsüz olduğu veya hiç olmadığı coğrafyalar, aynı zamanda en büyük işçi katliamlarının (Bangladeş, Endonezya, Meksika, üzerinden silindirle geçilmiş eski sosyalist ülkeler vs. vs.) yaşandığı yerler olmakta?...

Her zaman şunu görebiliyoruz, sermaye üretim maliyetini işçi sınıfına transfer etmektedir, ölüm ve yaralanmalar şekline büründürerek. Şu veya bu üretim biçimini, şu veya bu malzemeyi seç diye kimse bir sermaye sahibine baskıda bulunamaz.

"Üreticinin elindeki ürünün somut niteliği sahibine hiç bir toplumsal sorumluluk yüklememelidir. üretici istediği malı üretebilir; ürettiği malla istediğini yapabilir; malini istediği gibi satabilir ve sattaığı malın yerine istediği mali satın alabilir. Üreticiyle ürünü arasındaki ilişkiyi sınırlayan her türlü ahlaki, yasal, geleneksel koşul yok edilir" (Nişanyan, Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 37).

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda verilen cezalar genelde enderdir. Ve şunun da altı çizilmelidir, bu cezaların büyük çoğunluğu parasal cezalardır. Ceza davalarında ise genelde cezalar beş yıl ertelenmekte (beş yıl içinde bir kez daha benzer bir suç işlerse iki katı hapis cezası olmak üzere) ve tabii ki cezaların muhatabı "işveren vekili" sıfatıyla çoğu kez şantiye şefleri, üretim mühendisleri, saha mühendisleri, iş güvenliği uzmanları vb. olmaktadır. İşyeri dışında birisini öldürdüğünüz zaman para cezasıyla kurtulmanız mümkün değildir, tazminat ödeyerek hapis cezasından kurtulamazsınız, bunu hemen hemen hiç bir halk kabul etmez, toplumda kesinlikle onaylanmaz. Ama işyerlerinde bir işçi "iş cinayeti"ne kurban gittiğinde toplumda "neden sorumlular hapis yatmıyor" şeklinde bir tepki çoğu durumda ödenen tazminatın veya "kan parası"nın büyüklüğü düşünülerek "helal olsun patronuna, ailesini mağdur etmedi" şeklinde, burjuva ideolojisinin haklılığının yeniden üretimine dönüşebilmektedir. Bu bakış açısının ardında yatan aslında bizzat burjuva ideolojisinin kendisidir; işçilerin yaralanmaları veya ölümleri ekonomik bir faaliyet içinde gerçekleşmektedir, bu faaliyet toplum için gereklidir ve iyidir, tabii ki bazı riskler olacaktır, kimse kimseyi zorla çalıştırmamaktadır, işçi ile patron arasında karşılıklı gönüllülük esasına dayanan bir ilişki vardır, bir mübadele ilişkisi!

"Dikkat edersek bu mübadelede başlıca iki önemli özelliğin belirlediğini görürüz. Birincisi, sözünü ettiğimiz bu durumda ne alıcı, ne de satıcı emek işinin kendisiyle ilgilenmemektedirler. Alıcının istediği, emeğin sunduğu somut faydadır: Örtünmesinin, barınmasının, doymasının, bilgi ihtiyacının sağlanması gibi. Bu hizmetlerin emek aracılığıyla sağlanabiliyor olması bir zorunluluktur, çaresiz katlanılacak bir angaryadır. Her iki taraf da bu gerçeği bilir ve buna katlanır. Ama emeğin kendisi ile kimse ilgilenmez. Belirleyici olan, bu emeğin ürettiği faydadır" (Nişanyan, Marx, Grundrisse Önsöz içinde; 26)."

Toplumsal düzeyde de ölüm ve yaralanmalar ekonomik büyümenin bir sonucudur dolayısıyla katlanılması gerekmektedir. Dedikleri gibi maden işçilerinin ölümü mesleğin kaderinde vardır!

Öte yandan kapitalizmin "özgür" işçisi ile özgür sermayesi mübadele ilişkisi içine girdiklerinde (emek gücünün satılması karşılığında ücret alınması) her iki tarafın aldığı riskler eşit değildir. Sermayedar en fazla para kaybeder veya karından kaybederken, işçi bizzat yaşamını veya vücut bütünlüğünü kaybetmektedir.  Keza hukuksal süreçlerde, sermaye sahipleri şirketlerinin sorumluluklarının azaltılması (asli değil tali) olması için mücadele eder ve çoğu durumda kazanırlar. İşyerlerinde işçilerin ölüm ve yaralanmalarına neden olmak suçtan ziyade "kusur" olarak görüldüğü zaman, yasal mevzuat da o kadar sert olmamaktadır. Göz göre göre korkuluksuz iskelede, derme çatma platform üzerinde veya zararlı kimyasallarla işçi çalıştırmak, bunlardan dolayı da pek çok işçinin yaşamını yitirmesine neden olmak toplumda ve hukuk sisteminde "suç" değildir, "kusur"dur ve baklavacıdan baklava çalan gençlerin eylemine nazaran (10 Ağustos 1997'de 4 genç baklavacıdan baklava ve fıstık çaldıkları gerekçesiyle yargılanmış, 6'şar yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı. 4 genç o dönem çıkan afla 19 ay sonra serbest kalmıştı.) çok daha hafif bir şekilde yargılanır ve toplumda da öyle algılanır.

Herhangi bir ekonomik faaliyetin toplumun çıkarlarıyla özdeş hale getirilmesi burjuva ideolojisinin en temel işlerinden birisidir. Bu bakımdan işyerlerindeki ölüm ve yaralanmalar, işçi sağlığı ve iş güvenliği söz konusu olduğunda tartışmalar ekonomik terimlerle yürütülmektedir.

"Sonuç olarak, bir işverenin zarar görme riskine dair perspektifi (minimal, kaçınılmaz ve kabul edilebilir riskler) tartışmaları şekillendirir. Dar ve ölüm ve yaralanmaların önlenmesi için farklı yaklaşımları fayda zarar (işverenlere) üzerinden yürüten teknik tartışmalar, neden işverenler işçilerin zarar görmelerine izin veriyor şeklindeki yakışık almayan(!) soruya neden olabilecek, işverenin davranışlarının ölüm ve yaralanmalara nasıl neden olduğuna dair tartışmaların yerini alır. Bu yaklaşım işyerlerindeki ölüm ve yaralanmaların en büyük sonucunun (olumsuz sonucunun, y.n) ekonomik olduğunu varsayar. Hayır böyle değildir, en büyük sonucu işçilerin yaralanmaları ve ölmeleridir." (Barnetson, 2010; 98)

Ekonominin doğal işleyişi içinde, zaman ve mekan açısından "iş kazaları" ve "meslek hastalıkları"nın birbirinden dağınık karakteri çoğu kez gözlerden uzak olmasına, sorunun boyutlarının ve biçiminin tam anlamıyla ortaya konulamamasına neden olur. Bu bakış tarzı ile "iş kazaları" beklenmeyen, kimi zaman da şaşılası olaylardır. Sonuçta "kaza"dır, önceden tahmin edilebilmesi ve önlemebilmesi zordur ve bu bakış açısı sadece sermayedarlarda değil, kamu görevlilerinde ve hatta işçilerin kendisinde de hakimdir. Bunun bir adım ilerisinde "dikkatsiz işçi" kavramını da işin içine sokuverdiğinizde, istenen tablo hazır olacaktır.

Cihan Haber Ajansı, 13.02.2013, (Erişim Tarihi: 28.02.2013)

Marx, K., Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisi için Ön Çalışma, Önsöz, Şevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979)

Barnetson, Bob, (2010). The political economy of workplace injury in Canada, AU Press, Athabasca University.

Yorumlar